Çalışana değil, çalışmayana “VAH YAZIK”

Türkiye’deki gelir dağılımının eşitsizliği hepimizce bilinen, hatta artık “doğal” kabul edilen bir gerçek. İkoncan Eda Taşpınar’ımızın giyip de rafa kaldırdığı bir ayakkabının bedeli olan parayla bir sene boyunca tüm ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan insanlar yaşıyor bu ülkede.


Ben, çok temel ihtiyaçları lüks kabul ederek yaşam savaşı – “savaş” kesinlikle abartılı bir kelime değil, “çaba” olarak nitelendirmek hafif kaçar.- verenlerden olmadım hiçbir zaman. 2.500 euroluk çantalar takan, toplu taşıma araçlarını kullanmayan, ne yaptıkları meçhul olmasına rağmen gündemden düşmeyen “cemiyetin tanınan simalarından” birinin kızı da değilim. Annem ile babam bana oldukça iyi standartta bir yaşam sağlayabiliyor; ama bunun için gerçekten çok çalışıyorlar.


Türkiye’de böyle şanslı doğmuşsan, yani ailenin maddi durumu seni okutmaya ve sen okurken masraflarını karşılamaya müsaitse, yaşın yirmilere ulaşsa da “çalışmak” gibi bir çabaya girmezsin. Zaten anne babalar da “Senin sorumluluğun okulunu güzel notlarla bitirmek” benzeri cümleleri tekrarlayıp durduğundan, kışları okula gidip, yaz tatillerinde iki seksen yatmayı, eğer “zorunlu staj”ın varsa bir ayda onu aradan çıkartıp tembelliğe devam etmeyi marifet sanırsın. Ailesi ortalamanın üzerinde gelire sahip olanların, mezun olup yirmili yaşları devirirken “ilk defa” çalışmaya başlaması da bu yüzdendir.


Ben de work & travel programı ile Amerika’ya gidip çalışmasaydım, şu anda hiç iş deneyimi bulunmayan bir üniversite öğrencisi olacaktım. Amerika’da daha on sekiz yaşını doldurmamış çocukları harıl harıl çalışırken gördüğümde, onlarla aynı yaşlarda olan kardeşimi arayıp ne yaptığını soruyordum. Ya havuzda oluyordu, ya da arkadaşlarıyla playstation turnuvası yapıyordu.


Para kazanmanın zevkini alıp, daha fazla para kazanma hevesine kapıldığımız bir gün, Los Angeles’ta bir alışveriş merkezinde iş görüşmesine giderken, “İstanbul’da mesela Akmerkez’de mağazalara girip işe ihtiyacımız olduğunu söyleyerek iş arar mıydık?” diye sormuştuk kendimize. Cevap “ Asla!” olmuştu. Amerika’da kasiyerlik yapıyorduk, ama Türkiye’de çalışma fikrini küçümsüyorduk. Saçmaydı! Türkiye’ye döner dönmez hepimiz iş aramaya başladık. Ben Biletix’te çalıştım, bir arkadaşım Les Ottomans’ta, diğer bir arkadaşım ajansa bağlı olarak organizasyonlarda çalıştı. Böylece Amerika’da başlayan çalışma hayatımızı İstanbul’da da sürdürdük. Değişik çevrelerden insanlarla tanıştık, tatlı yoğunlukta bir tempoda yaşadık ve lüks hayallerimizi gerçekleştirmek için para kazandık.


Güzel bir yaz tatilinin ardından bu sene de okulu engellemeyecek part time iş aradığımı çevreme söylediğimde aldığım tepki “Niye çalışıyorsun ki, senin ailenin maddi durumu gayet iyi.” oldu. Annemle babam da “Neden çalışmak istiyorsun? İlla çalışacaksan bari bir hukuk bürosunda çalış.” Diye memnuniyetsizliklerini belli ettiler.


“Okuduğun bölüm haricinde bir işle kendini geliştiremezsin. Eğer üniversite öğrencisi olarak çalışıyorsan, ailen yeteri kadar para kazanamıyor ve senin masraflarını karşılayamıyordur.” Şeklindeki kalıp düşünce de açığa çıkmış oldu böylece. Bir öğrencinin çalışması, ailesinin gelirinin azaldığının ve bu gelirle öğrencinin kirası ve cep harçlığı gibi giderleriyle başa çıkamadığının göstergesiydi. Başka bir açıklaması olamazdı. (!!!)


Benim Zara’da çalışmaya başlamamı bütün arkadaşlarım yadırgadı. Ya babam iflas etmişti, ya da ben iyice keçileri kaçırmıştım. (!) “Daha pahalı markalardan giyinebilirsin; ama gidip orada insanlara hizmet edeceksin. Bir sorunun olmadığından emin misin?” gibi iyi niyetli fakat bir o kadar da yoz yaklaşımlara öfkeleniyordum.


Aynı günlerde Kanada’dan gelen arkadaşlarım Anson ve Kerime ile Leb-i Derya’da yemek yiyip sohbet ederken bu konuyu açtım. Arkadaşlarımın verdiği tepkilere çok şaşırdılar, Kanada’da çok çok zengin ailelerin çocuklarının bile garsonluk gibi hizmet temelli işler yaptıklarını, çünkü çalışmayanların “looser” kabul ediğini, çalışmıyor olmanın iş bulamayacak kadar yeteneksiz olduğun anlamına geldiğini ve öğrencilerin birbirlerine part time işleriyle hava attığını açıkladılar.


Türkiye’de işsizlik yadsınamaz bir problem; ama bir de “iş beğenmeme” problemi var. Herkes müdür olmanın “birkaç milyarcık” maaşla iş hayatına atılmanın peşinde, yoksa “iş yok” diyip evde oturmayı tercih ediyorlar.


Hepimiz “Beni garsonluk / kasiyerlik yaparken görenler ne düşünür” komplekslerini aşıp, evde yayılma zamanını çalışarak değerlendirsek, hem okunan bölüm dışındaki işlerden de pekala çok şey öğrenilebileceği anlaşılır; hem Avrupa turuna çıkma, 1.000 DVD’lik koleksiyona sahip olma, en sevilen grubun dünyanın diğer ucundaki konserine gitme, hep ertelenen kurslara yazılma gibi hayaller gerçek olur; hem de kafalardaki bir kalıp daha kırılır. Çok da hoş olur hani.



Not: Ekim 2008'de Radikal Genç'te yayınlanmıştır.

0 yorum:

Yorum Gönder

 

Design in CSS by TemplateWorld and sponsored by SmashingMagazine
Blogger Template created by Deluxe Templates