Büyümek, mantıklı davranmak mıdır?

Beş senedir hukuk fakültesinde okuyor, bir yandan da hukuk dışındaki sektörlerde çalışıp para kazanıyorum. Üniversitede okuyabilmek için masraflarını karşılaması gereken ve bu yüzden hem okuyup hem de çalışan azimli gençlerden biri olduğum maalesef söylenemez. Ben daha çok “öğrenci” ve “çalışan kadın” sıfatlarının bana sağladığı özgürlüklerden vazgeçemediğim için ne üniversiteyi bitirmeyi göze alabiliyorum, ne de işi bırakıp gerçek bir öğrenci olabiliyorum. Orhan Pamuk’un dediği gibi “Çünkü çekici olan şey bir yol seçmek değil galiba, bütün yolları seçebileceğimiz bir yerde olmaktır.''


Üniversite öyle bir ara dönem ki, ne çocuk sayılıyorsun, ne de yetişkin. Kendi kararlarını kendin alabiliyorsun, kimse başına dilip, “Hadi bakalım, kapat televizyonu, uyku saatin geldi.”, “Sütünü içmeden evden çıkamazsın!”, “Ödevler bitmeden o bilgisayar açılmayacak!” benzeri emirler yağdırmıyor, eve giriş çıkış saatleri, her gün yemek zorunda olduğun şeyler gibi kurallar koymuyor. Artık “eşek kadar” bir üniversite öğrencisi olduğun için ne istersen yer içer, ne zaman istersen uyursun. Diğer taraftan hala hayatının tüm sorumluluğunu sırtlanmış da değilsin, mesleğini edinmek için gerekli olan süreci yaşıyorsun ve hayata karşı sorumlulukların biraz hafifletilmiş. Sarhoş olup sokaklarda yuvarlanman, aşık olup romantik şarkılar dinleyerek hüngürdemen, uç noktalardaki adamlarla aşk yaşaman, renkli çoraplar giymen, saçlarını pembeye boyatman, sinirlenince duvarları yumruklaman, dövme yaptırman veya bir sırt çantasıyla dünyanın diğer ucuna gitmeye kalkman da kabul edilebilir oluyor; çünkü “delikanlı” diye nitelendirilen yaşlardasın.


İşte öğrencilik, benim hayatımdaki “saçmalama ve mantıksız işler peşinde koşma vizesi.” İstanbul gecelerinde sayısız sarhoşluk, hayatıma giren her telden erkek, pılıyı pırtıyı toplayıp İngiltere'de okumaya kalkmalar, aşık oldum diyip İzmir'e kaçmalar ,yaramazlıklar, ders notu fotokopisi çektirmek için evden çıkıp göbeğinde piercing ile eve dönmeler… Bunlar “öğrenci” sıfatı sayesinde yapabildiğim, ailemin ve çevremdeki diğer büyüklerin “Genç işte!” diyip geçtiği şeyler. Üniversite mezunu olmuş Sezen olarak yapsaydım bunları, “Aaa! Bu da iyice şaşırdı ne yapacağını!” diye hakkımda endişelenmeye başlarlardı.


Çalışan kadın olmanın en sevdiğim tarafıysa, “dişi giyinme hakkı.” Öğrenciyken, Taksim’de bir yere kahve içmeye giderken, jean, spor ayakkabı ve boğazlı kazak giymem beklenir. Gelgelelim ben topuklulara, jartiyerlere, eteklere, elbiselere, gömleğin dekoltesinden göz kırpan dantelli iç çamaşırlarına bayılıyorum. Okula topuklu ayakkabı ve siyah bir jile ile gitsem, arkadaşlarım “Ne o?! Profesör taklidi mi yapıyorsun?” gibi şakalarla durumu yadırgadıklarını belli ederler. Oysa ki çalışınca, iş ortamında kılık kıyafet konusunda hiçbir kural olmamasına rağmen, iş çıkışı topuklu ayakkabılarım ve daracık eteğimle kırıta kırıta kızlara katılmam “işten çıktığım için” pek bir doğal oluveriyor.


Ben bu iki sıfatı birden taşıyarak yaşamaktan, işime hangisi gelirse onu kullanmaktan çok mutluydum; ama hayat, bütün yolları seçebileceğimiz bir yerde uzun süre bekleme yapmamıza izin vermiyormuş. “Eeee, okul ne zaman bitiyor?” , “Hala mezun olmadın mı sen?” cümlelerini daha bir sık duyar oldum bu aralar. Öğrenci sıfatının sağladığı özgürlüklerden vazgeçmek yeterince zor değilmiş gibi, bir de bunun gerçekleşmesi için oturup ders çalışarak çaba harcamam gerekiyor. Kim demiş büyükler “mantıklı” davranırlar diye!

Not: Şubat 2009'da Tempo24'te yayınlanmıştır.

0 yorum:

Yorum Gönder

 

Design in CSS by TemplateWorld and sponsored by SmashingMagazine
Blogger Template created by Deluxe Templates